İslam hukuku ve evrensel hukukta gözaltına alınan veya hapsedilen insanların yeme, içme, yatma, tedavi gibi tabii ihtiyaçlarının karşılanması emredilmiş ve insanlık dışı, insan onur ve haysiyetine zarar veren muamelelerin de yasak olduğu kabul edilmiştir. Hapsedilen insanlara adil davranılması gerekir. Kinle, nefretle hareket ederek zulmetmeyi Kur’an yasaklamaktadır:
وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ عَلَى أَلَّا تَعْدِلُوا اعْدِلُوا هُوَ أَقْرَبُ لِلتَّقْوَى
“Bir topluluğa karşı, içinizde beslediğiniz kin ve öfke, sizi adaletsizliğe sürüklemesin.
Âdil davranın, takvâya en uygun hareket budur.” (Maide, 5/8)
İslam fıkıh alimlerin çoğunluğu, insan ve toplum hukukunu korumak için, Kur’an’daki suçluların cezalandırılması ile ilgili değişik ayetlerden (Maide, 5/33, 106; Muhammed, 47/4) Peygamber Efendimiz’in hadislerinden (Ebu Davud, 3628; Nesaî, 4689; Darakutnî, 3270) sahabe uygulamalarından (Serahsi, Mebsut, 20/88-91; Kettani et-Teratibu’l-idariyye, 1/294) hareketle hapsetmenin meşru olduğunu ifade etmişlerdir.
Bununla birlikte bazı İslam hukukçuları da Peygamber Efendimiz’in dönemindeki uygulamalarla daha sonraki dönemde uygulamaların birbirinden farklı olduğunu, zaman içerisinde hapis cezalarının ferdi ailevi pek çok haktan mahrum ettiğini, keyfi zulüm, işkence ve mahrumiyetlere yol açtığını söyleyerek karşı çıkmıştır (Bkz. DİA, “Hapis” maddesi, Makrizi, el-Hıtat, 2/187).
Hapsin meşruiyetini ifade eden İslam hukukçuları da hapis cezasını aslî bir cezalandırma yöntemi olarak görmemiş suçun çeşidine ve şahsın konumuna göre farklı cezalandırma yöntemleri olabileceği üzerinde de durmuşlardır. Hapsedilme gerekçesi, şekli, keyfiyetini ne olursa olsun hapsedilen insanlara zulüm edilmemesi, işkence yapılmaması, bir insan olarak hayatını devam ettirecek imkanlardan mahrum bırakılmaması hususuna ısrarla vurgu yapmışlardır.
İSLAM HUKUKUNDA HAPSEDİLENLERİN HAKLARI
Bütün İslam fıkıh alimleri, gözaltına alınan veya hapsedilen insanın yeterli düzeyde giyinme, barınma, yeme, içme, sağlık hizmetleri alma, hastalanması durumunda tedavi edilme, ibadet yapmasına fırsat tanınma, yakınlarının ziyaretine izin verilmesi gibi temel insanî hakların sağlanmasında gereken hassasiyetin gösterilmesi gerektiğinde ittifak etmektedirler. Mahpusun tedavisine hapishane imkanları yeterli değilse tedavi görebileceği bir yere götürülüp tedavi edilmesi gerekir.
Klasik fıkıh kitaplarında “ta’zîr, cinayat, hudud, edebü’l-kâdı, iflas” gibi konu başlıkları altında mahpuslar ile ilgili haklar üzerinde durulmuş, günümüze doğru gelindiğinde ise bu konuyu ele alan pek çok eser yazılmıştır. İslam hukukuna göre hapis cezası, eğitmek, rehabilite etmek ve ıslah ederek tekrar topluma faydalı bir insan olarak kazandırmak için vardır. Yoksa insanlara, insanlık dışı muameleler yaparak tahkir ederek, insanlık onuruna yakışmayan işkence ve eziyetleri yapmak bir insanın yaşamasına müsait olmayan ve onun ölümüne zemin hazırlayan gayri insani şartlarda yaşamaya zorlayarak itlaf ve imha etmek için değildir (Hasan Ebu Gudde, Ahkâmü’s-sicn ve muameletü’s-sücenâ fi’l-İslam, s. 529).
HAPSEDİLEN İNSANLARA YAPILMASI HARAM VE YASAK OLAN MUAMELELER
İslam hukuku alimleri, göz altına alınan hapsedilen kimselere aşağıda sıralayacağımız fiillerin yapılmasının haram olduğunu çok net bir şekilde beyan etmişlerdir:
1- Hapsedilen insanların vücuduna müsle yapılarak yani kulağının, burnunun, dudağının kesilmesi, parmaklarının, kemiklerini kırılması gibi vücuduna, organlarına zarar vererek cezalandırmak caiz değildir. Zira Peygamberimiz yöneticilere verdiği talimatlarda esirlere, hapsedilenlere müsle yapılmasını yasaklamıştır (Müslim, Sahih, 1731; Ebu Davud, Sünen, 2613; İbn-i Mace, Sünen, 2858).
Sahabeden hiç kimsenin de hapsedilen insanlara böyle bir muamele yaptığı görülmemiştir. Zira, hapsedilen insanlara yapılması gereken onların eğitilmesi ve rehabilite edilmesidir. Rehabilite ve tedip ise itlaf ile olmaz (Kasani, Bedaiu’s-Sanai, /120).
2- Hapsedilen kimsenin yüzüne vurma, boynuna halka geçirme, yüzüstü yere yatırma, dağlama, soğuk veya sıcakla, duman su veya başka şeylerle eziyet etme caiz olmayıp insanlık haklarına tecavüz olarak kabul edilmiştir (Fetavay-ı Hindiyye, 3/414: DİA, “Hapis” maddesi).
3- Göz altına alınan veya hapsedilen insanlara işkence yapmak yasaktır, haramdır. Allah Resulü şöyle buyurmuştur: انَّ اللهَ يُعَذِّبُ الَّذِينَ يُعَذِّبُونَ النَّاسَ فِي الدُّنْيَا “Şüphesiz ki Allah, insanlara dünyada işkence yapanlara mukabelede bulunacak ve onlara nasıl azap ve işkence yapılırmış gösterecektir” (Müslim, 6824; Ebu Davud, 3047; Ebu Yusuf, Kitabu’l-haraç, s. 135).
4- Mahpusun ateş ve elektrik benzeri şeylerle bedenini veya uzuvlarını yakmak suretiyle azap etmek haramdır. Peygamber Efendimiz,
لا تُعذِّبُوا بِعَذَابِ اللهِ
“Allah’ın azabıyla azap etmeyin!” (Buharî, 6922; Ebu Davud, 4351) buyurarak ateşle azap edilmesini yasaklamıştır. Suyun içinde veya başka bir şey ile boğulması, değişik şekillerde ellerinden veya ayaklarından asılarak işkence yapılması caiz değildir (İbn-i Kudame, el-Muğni, 7/119; Fethu’l-Bâri, 6/150).
5- Bir kimse hapsedildiğinde, yeme-içme, ilaçlarını alma gibi tabii ihtiyaçları engellenemez. Zira alıkonan veya hapsedilen insanların yeme-içme, elbise gibi bir insan olarak yaşaması için gerekli ihtiyaçlarının karşılanması gerekir (Kettanî, et-Teratibu’l-idariyye, 1/295).
Kışın soğuk, yazın sıcak bir yerde hapsedilmesi uygun değildir. Hapsedilen kimse, aç, susuz bırakılarak veya kışın soğukta ısınma imkânı verilmeyerek ölüme terk edilirse, İslam hukukçularının çoğunluğuna göre bu kasten insan öldürme kategorisine girer ve kısas gerekir (Hasan Ebu Gudde, Ahkâmü’s-sicn ve muameletü’s-sücenâ fi’l-İslam, s. 523).
Tabii, gözaltına alınan veya hapsedilen insanın yaşaması için gerekli olan ilaçlarını almasına engel olmak da yeme-içme gibi ihtiyaçlarının engellenmesi sebebiyle ölmesi şeklinde de değerlendirilmesi gerekir. Diğer taraftan Peygamber Efendimiz’in,
عُذِّبَتِ امْرَأَةٌ فِي هِرَّةٍ حَبَسَتْهَا حَتَّى مَاتَتْ جُوعًا، فَدَخَلَتْ فِيهَا النَّارَ
bir kediyi hapsederek yedirip, içirmeyerek açlıktan ölümüne sebep olan bir kimsenin cehenneme gittiğini bildirdiği (Buhari, 2365; Müslim, 2242) hadisi perspektifinden meseleye bakıldığında bir insanın yaşaması için zaruri olan yeme, içme, tedavi, ilaç gibi ihtiyaçlarını bile bile engelleyerek ölümüne sebep olmanın uhrevi cezasının ne kadar vahim olduğu da anlaşılır.
6- Gözaltına alınan veya hapsedilen erkek veya kadının iffet ve insanlık onurunun korunması gerekir. Onun avret yerlerinin açılması veya eziyet edilmesi haramdır. Zira Nur suresi 30-31. ayetlerde erkek ve kadınların avret yerlerini örtmeleri emredilmiş, açılması, gösterilmesi yasaklanmıştır. İslam fıkhında erkek veya kadın bir mahpusu avret yerleri gözükecek bir şekilde soymanın yasak olduğu gayet net ifade edilmiştir (el-Maverdî, el-Ahkâmü’s-Sultaniye, s.239; Fetevay-ı Hindiyye, 3/414; İbn-i Abidin Haşiyet-i reddü’l-muhtar, 2/421).
7- Hapsedilen kimsenin ibadet yapması yasaklanarak cezalandırılamaz. Abdest alıp, namaz kılınması için gereken şartların sağlanması gerekir.
8- Hiç bir yöneticinin, hakim veya savcının gözaltına alınan şahsın kendisine, hanımına, babasına, annesine yakınlarına lanet okuma, galiz küfürler savurarak hakaret etme hakkı yoktur (Desukî, Şerhu’l-kebîr, 4/354; Kasanî, Bedaiü’s-sanai, 7/64).
Netice itibariyle hapsedilen insanın bedenini veya azalarını telef etmek maksadıyla cezalandırmak caiz değildir. Zira hapishane tedip ve rehabilite yeridir, itlaf ve imha yeri değildir. Bu şekilde işkence yapılarak rehabilite olmaz. Kur’an hissi davranarak zulmetmeyi yasaklamakta adaletle muamelede bulunmayı emretmektedir: “Ey iman edenler! Haktan yana olup var gücünüzle ve bütün işlerinizde adaleti gerçekleştirin ve adalet numunesi şahitler olun! Bir topluluğa karşı, içinizde beslediğiniz kin ve öfke, sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Âdil davranın, takvâya en uygun hareket budur. Allah’a karşı gelmekten sakının! Çünkü Allah yaptığınız her şeyden haberdardır” (Maide, 5/8).
Diğer taraftan İslam hukukunda cezalandırmanın temel gayesi: İnsan ve toplum hukukunun, ahlaki değerlerin muhafaza edilmesidir. Rezilliğin tahakkümünden insanları ve toplumu korumaktır. Bunun yolu da adil bir cezalandırma ve suçlu kimsenin eğitilmesi ve rehabilite edilmesinden geçer (Bkz. Muhammed Ebu Zehra, el-Cerîme ve’l-ukube fi’l-fıkhı’l-İslâmî, s. 22; Selim el-Ava, Fi usuli’l-nizami’l-İslâmî, s.92). Bu açıdan bakıldığında topluma faydalı işler yapan dini ve ahlaki değerlerini yaşayan insanları geçerli hukuki bir delil olmadığı halde hapse tıkıp onları en kötü şartlarda cezalandırmanın, ölüme mahkum etmenin; diğer taraftan da adam öldürme, uyuşturucu, hırsızlık gibi suçları işleyenleri hapisten çıkarıp serbest bırakarak suç işlemelerine zemin hazırlamanın Müslümanlıkla hiçbir alakası yoktur. İslam dinini ve Müslümanlığı temsil ettiğini iddia edenlerin bu şekildeki bir icraatı, İslamî argümanlar kullanarak korkunç bir zulüm yapmaktan başka bir şey değildir.
İslam hukukunun mahpuslara tanıdığı bu haklar uluslararası insan hakları ve hukuk sözleşmelerinde de temel bir esas olarak kabul edilmiştir.
EVRENSEL HUKUKTA MAHPUSLARIN HAKLARI
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde, uluslararası hukuk sözleşmelerinde, insan haklarını ve temel özgürlüklerini korumaya yönelik sözleşmelerde, bildirilerde işkence kesinlikle yasaklanmış, herhangi bir sebeple tutulan veya hapsedilen kimselere insanlık onurunu koruyacak bir şekilde muamele yapılması gerektiği temel bir esas olarak kabul edilmiştir.
İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin beşinci maddesinde, ”Hiç kimse işkenceye, zalimce, insanlık dışı, onur kırıcı cezalara ve-ya işlemlere uğratılamaz,” hükmü yer almaktadır.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun, 14 Aralık 1990 tarihli, 45/111 sayılı kararında gözaltına alınan veya hapsedilen kimselere insanî tarzda muamele yükümlülüğü getirilerek: “Herhangi bir biçimde tutulan veya hapsedilen bir kimse, insaniyetin ve insanın doğuştan sahip olduğu insanlık onuruna saygının gerektirdiği bir biçimde muamele görür,” (Madde-1) denilmiştir.
Aynı kararda bir devletin mahpusların temel haklarını engelleyemeyeceği veya ihlal edemeyeceği şu şekilde ifade edilmiştir: “Bir Devlet herhangi bir biçimde tutulan veya hapsedilen kişilere yasalar, sözleşmeler, hukuki düzenlemeler ve gelenekler ile tanıdığı insan haklarını, bu Prensipler Bütünü’nün bu tür hakları tanımadığı veya daha az ölçüde tanıdığını bahane ederek, tanınmış hakları kısıtlayamaz veya bu hakların kullanımını durduramaz.” (Madde-3)
“Herhangi bir biçimde tutulan veya hapsedilen bir kimse, işkenceye ve zalimane, insanlık dışı veya onur kırıcı muamele veya cezaya maruz bırakılamaz.” (Madde-6)
İşkencenin ve insanlık dışı veya onur kırıcı muamele ve cezanın önlenmesi için Avrupa Sözleşmesi Yapılmıştır. Bu sözleşmenin 1. maddesinde de işkence ve insanlık dışı, onur kırıcı muamele ve cezayı önlemek için Avrupa’da bir komite kurulmuştur.
Netice itibariyle İslam hukukunda ve evrensel hukukta herhangi bir sebebe dayanılarak tutulan veya hapsedilen insanlara insanlık onur ve haysiyetine uygun bir şekilde hayatını devam ettirecek imkanların sağlanması; işkence ve insanlık dışı, onur kırıcı muamele ve cezalandırmalara maruz bırakılmaması kesin bir hüküm olarak kabul edilmiştir.
Dolayısıyla hapsedilen insanlara işkence ve zulüm yapmak, iffet ve namusuna tecavüz etmek, yeme, içme, tedavi, ilaç gibi temel haklarından mahrum bırakarak ölümüne sebep olmak dine, hukuka ve insana karşı işlenmiş korkunç bir vahşettir. Böyle bir zulüm ve vahşeti mubah hatta sevap görmek ise İslam dinine, hukuka ve insanlığa karşı işlenmiş tüyler ürpertici bir cinayettir. Zira hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır:
«إِنَّ اللَّهَ يَغَارُ، وَغَيْرَةُ اللَّهِ أَنْ يَأْتِيَ المُؤْمِنُ مَا حَرَّمَ اللَّهُ»
(Buhari, 5223; Müslim, 2761)
Bir Müslümanın böyle korkunç bir cinayeti ve sapkınlığı desteklemesi veya taraftar olması ise en hafif ifadesiyle bir iman ve vicdan tutulmasıdır. Zira Kur’an zulüm edenleri desteklemeyi, onlara taraftar olmayı bırakın sempati duymanın bile insanı cehenneme götüreceğini bildirmektedir: “Bir de sakın zulmedenlere meyletmeyin, sempati duymayın! Yoksa sizi cehennem ateşi yakar” (Hud, 11/113).
Dişini sıkıp sabredenlere ise Allah, sınırsız bir mükafat vereceğini vaad etmektedir:
إِنَّمَا يُوَفَّى الصَّابِرُونَ أَجْرَهُمْ بِغَيْرِ حِسَابٍ “Hak yolunda sabredenlere ücretleri tastamam sınırsız bir tarzda ödenir.” (Zümer, 39/10)
Comments